6. sınıfın ilk döneminde bir kış akşamı, evde çok misafir olduğu için anneannemlere inmiş, onların oturma odasında bir yandan televizyon izliyor bir yandan da -sanırım- ödev yapıyormuş gibi yapıp kitap okuyordum. Televizyonda "canım ailem" dizisi vardı, onu çok iyi hatırladığım için 6. sınıfta olduğumu düşünüyorum o sırada. Ve hatta o gün, günlerden salıydı diye anımsıyordum ve şimdi dizinin hangi gün yayınlandığını kontrol ettim internetten, evet, gerçekten salı yayınlanıyormuş. yani günlerden salıymış o gün.
Okumakta olduğum kitap ise, üzerinden geçen 17 yıl sebebiyle detaylarına dair neredeyse hiçbir şey hatırlamadığım ama yine bu 17 yıla rağmen okuduğumda hissettiklerim halen canlı olan, erich kästner'in, yenilerde öğrendiğime göre kendisinin en iyi öyküsü olarak da nitelediği, 1933 yılında yayımlanan "uçan sınıf" adlı noel öyküsüydü.
Noel öyküsü olarak niteleme sebebim tamamen şahsi, kitabı tekrar okumamın ardından aslında noel öyküsü tanımına indirgenemeyecek bir öykü olduğunu fark ettim fakat hatırımda tamamen bir yılbaşı hikayesi olarak kalmıştı. ilk okuduğum dönemin de kışa tekabül ettiğini anımsıyorum. Ve çocukken kışı gerçekten çok severdim, güzel kış günlerini okuduğum kitaplarla özdeşleştirmeye ve olduğumdan da iyi hissetmeye epey meraklıydım. O yüzden kış günü bir yılbaşı hikayesi okumak çok hoşuma gitmişti o akşam.
Ancak kitaba dair hatırladığım, yatılı okulda okuyan kahramanlarımızın yılbaşını okulda geçirmek zorunda olduğu bir hikaye olduğuydu.
Sanıyorum bu sebeple, 2013 yılında bir yaz günü izlediğim "white christmas" adlı kore dizisinde, noel'de okulda mahsur kalan yatılı okul öğrencilerinin, kitapla bağdaştırılabilir pek bir yanı da olmayan hikayesini izlerken aklıma "uçan sınıf" düşmüştü. Buradan esasen kitabı okuyalı çok uzun zaman geçmemiş olmasına rağmen 2013 yılında da kitabın konusunu pek hatırlayamadığım sonucuna varabiliriz.
Bunun da üzerinden 12 yıldan fazla zaman geçtiği bu sıralar ise, çocuklukta ne yapıyordum, ne ediyordum, sık sık aklıma geliyor, okul kütüphanemizi filan düşünüyorum yine sıkça. "uçan sınıf" da aslında bu anlattıklarımdan ibaret ve anlaşılacağı üzere benim için çığır açan bir yana sahip olan bir kitap değilken yine de hiç unutmadığım -verdiği hissiyattan söz ediyorum-, okuduğum ortama dair tüm detaylarıyla birlikte hatırladığım, çocukluğuma dair güzel hatıralardan biri. O sebeple yine aklıma düşmesiyle bu kez tekrar okumaya niyetlendim ve dün akşam nihayet okuma fırsatım oldu.
Öncelikle belirtmeliyim ki kitabın detaylarına dair gerçekten hiçbir şey hatırlamıyormuşum, tamamen yeni bir deneyim oldu benim için. ama en az 12 yaşındaki beste kadar sevdiğimi söyleyebilirim. Hatta bugün instagram'da, çocuklarını çok sevdiğim için takip ettiğim bir ablanın kitap okumayı çok seven küçük oğluna bu kitabı önerdim :).
Kitap, annesinin telkinleriyle noel'e kadar bir noel öyküsü yazması gereken yazarımızın yaz ortasında noel atmosferine en yakın ortamı, şehirden uzaklaşmakta ve alplerin üzerindeki karları görebileceği yukarı bavyera'ya gitmekte bulmasıyla başlar. önsöz olarak adlandırılan ancak hikayeye de dahil olan bu bölümün ardından hikayenin asıl sahne aldığı yatılı lisemizde, ana karakterlerimizle tanışırız. okul birincisi ama aynı zamanda adam gibi adam martin, romantik şair johnny, ürkek ama yürekli uli, güçlü ve sıcak matz ve satirik -kendimi çok bağdaştırdığım- sebastian. beş çocuğumuz, rakip okuldaki arkadaşlarıyla kahramanca kavga da ederler, derslerine de çalışırlar, noel kutlaması için harika bir tiyatro yazıp sahnelerler de. Aynı zamanda okulun yakınında biraz berduş bir hayat yaşayan ancak çok iyi ve güvenilir bir insan olan sigara içmez ve çok sevdikleri sınıf öğretmenleri justus ile sohbetler ederler.
Kitabın içerisinde çok güzel çizimler de var, okumayı daha da zevkli hale getiriyor.
30'larıma yaklaştığım şu günlerde kitapları çocuk kitabı-yetişkin kitabı şeklinde kesin çizgilerle ayırmanın oldukça güç olduğunu fark ediyorum. Muhtemelen 8 yaşında bir çocuğun gününü gün edebilecek "uçan sınıf", 30 yaşındaki benim de keyfimi en az o kadar yerine getirdi.
Mesela 51. sayfada, uli, martin'den bahsederken, "sanırım kendine justus'u örnek aldı. tıpkı justus gibi o da adil olmayı seviyor. belki de ileride onun gibi bir adam olur." dediği yerde kendimi sorgulamaya başladım. "evet besteciğim, sen kimi örnek aldın kendine ve kim gibi bir kadın oldun?"
96. sayfada ise, çocukların hepsinin yatakhanede uykuya daldığı bir gece, johnny camdan bakıp kentleri, içlerinde yaşayan insanları, gezenleri ve bunlara dağıtılmış mutluluk ve mutsuzlukları düşünürken "yaşamak güzel olmasa, gülünç olurdu!" diye geçiriyor içinden.
Kitabın 120. sayfasında sebastian'ın yaptığı sesli öz muhasebe de bu kitabı çocuk kitabı diye rafa kaldırmanın haksızlık olacağını gösterir bir başka sahneydi.
Son olarak 157. sayfada, herkesin bir şekilde ailesiyle görüşebildiği noel tatilinde görüşecek bir ailesi -tam olarak- bulunmayan johnny'nin martin'e "endişelenme. çok mutlu olduğumu söylersem, yalan söylemiş olurum. ama mutsuz da değilim." dediği bölüm.
Kitapta beni etkileyen başka pek çok yer vardı. Hepsini yazamayacağım için kısaca önermekle yetiniyorum. Belki hayatın karmaşıklaştığını düşündüğümüz bu yetişkinlik yıllarında, hayata 12 yaşında gibi bakmak birçok sorunumuzu kolayca çözmemize yardımcı olabilir.
















