15 Aralık 2025 Pazartesi

Uçan sınıf ve hatırlattıkları

6. sınıfın ilk döneminde bir kış akşamı, evde çok misafir olduğu için anneannemlere inmiş, onların oturma odasında bir yandan televizyon izliyor bir yandan da -sanırım- ödev yapıyormuş gibi yapıp kitap okuyordum. Televizyonda "canım ailem" dizisi vardı, onu çok iyi hatırladığım için 6. sınıfta olduğumu düşünüyorum o sırada. Ve hatta o gün, günlerden salıydı diye anımsıyordum ve şimdi dizinin hangi gün yayınlandığını kontrol ettim internetten, evet, gerçekten salı yayınlanıyormuş. yani günlerden salıymış o gün.

Okumakta olduğum kitap ise, üzerinden geçen 17 yıl sebebiyle detaylarına dair neredeyse hiçbir şey hatırlamadığım ama yine bu 17 yıla rağmen okuduğumda hissettiklerim halen canlı olan, erich kästner'in, yenilerde öğrendiğime göre kendisinin en iyi öyküsü olarak da nitelediği, 1933 yılında yayımlanan "uçan sınıf" adlı noel öyküsüydü.

               


Noel öyküsü olarak niteleme sebebim tamamen şahsi, kitabı tekrar okumamın ardından aslında noel öyküsü tanımına indirgenemeyecek bir öykü olduğunu fark ettim fakat hatırımda tamamen bir yılbaşı hikayesi olarak kalmıştı. ilk okuduğum dönemin de kışa tekabül ettiğini anımsıyorum. Ve çocukken kışı gerçekten çok severdim, güzel kış günlerini okuduğum kitaplarla özdeşleştirmeye ve olduğumdan da  iyi hissetmeye epey meraklıydım. O yüzden kış günü bir yılbaşı hikayesi okumak çok hoşuma gitmişti o akşam.

Ancak kitaba dair hatırladığım, yatılı okulda okuyan kahramanlarımızın yılbaşını okulda geçirmek zorunda olduğu bir hikaye olduğuydu.

Sanıyorum bu sebeple, 2013 yılında bir yaz günü izlediğim "white christmas" adlı kore dizisinde, noel'de okulda mahsur kalan yatılı okul öğrencilerinin, kitapla bağdaştırılabilir pek bir yanı da olmayan hikayesini izlerken aklıma "uçan sınıf" düşmüştü. Buradan esasen kitabı okuyalı çok uzun zaman geçmemiş olmasına rağmen 2013 yılında da kitabın konusunu pek hatırlayamadığım sonucuna varabiliriz. 

Bunun da üzerinden 12 yıldan fazla zaman geçtiği bu sıralar ise, çocuklukta ne yapıyordum, ne ediyordum, sık sık aklıma geliyor, okul kütüphanemizi filan düşünüyorum yine sıkça. "uçan sınıf" da aslında bu anlattıklarımdan ibaret ve anlaşılacağı üzere benim için çığır açan bir yana sahip olan bir kitap değilken yine de hiç unutmadığım -verdiği hissiyattan söz ediyorum-, okuduğum ortama dair tüm detaylarıyla birlikte hatırladığım, çocukluğuma dair güzel hatıralardan biri. O sebeple yine aklıma düşmesiyle bu kez tekrar okumaya niyetlendim ve dün akşam nihayet okuma fırsatım oldu. 

Öncelikle belirtmeliyim ki kitabın detaylarına dair gerçekten hiçbir şey hatırlamıyormuşum, tamamen yeni bir deneyim oldu benim için. ama en az 12 yaşındaki beste kadar sevdiğimi söyleyebilirim. Hatta bugün instagram'da, çocuklarını çok sevdiğim için takip ettiğim bir ablanın kitap okumayı çok seven küçük oğluna bu kitabı önerdim :). 

Kitap, annesinin telkinleriyle noel'e kadar bir noel öyküsü yazması gereken yazarımızın yaz ortasında noel atmosferine en yakın ortamı, şehirden uzaklaşmakta ve alplerin üzerindeki karları görebileceği yukarı bavyera'ya gitmekte bulmasıyla başlar. önsöz olarak adlandırılan ancak hikayeye de dahil olan bu bölümün ardından hikayenin asıl sahne aldığı yatılı lisemizde, ana karakterlerimizle tanışırız. okul birincisi ama aynı zamanda adam gibi adam martin, romantik şair johnny, ürkek ama yürekli uli, güçlü ve sıcak matz ve satirik -kendimi çok bağdaştırdığım- sebastian. beş çocuğumuz, rakip okuldaki arkadaşlarıyla kahramanca kavga da ederler, derslerine de çalışırlar, noel kutlaması için harika bir tiyatro yazıp sahnelerler de. Aynı zamanda okulun yakınında biraz berduş bir hayat yaşayan ancak çok iyi ve güvenilir bir insan olan sigara içmez ve çok sevdikleri sınıf öğretmenleri justus ile sohbetler ederler. 


Çocukların noel'e doğru gündemleri de pek güzel anlatılmıştır, kendinizi onların arkadaşı sanmadan edemezsiniz. Hatta kitabı bitirip de bu muzip ve sevimli haylazların arkadaşı olmadığınızı fark ettiğinizde epey üzülürsünüz. 

Kitabın içerisinde çok güzel çizimler de var, okumayı daha da zevkli hale getiriyor.




30'larıma yaklaştığım şu günlerde kitapları çocuk kitabı-yetişkin kitabı şeklinde kesin çizgilerle ayırmanın oldukça güç olduğunu fark ediyorum. Muhtemelen 8 yaşında bir çocuğun gününü gün edebilecek "uçan sınıf", 30 yaşındaki benim de keyfimi en az o kadar yerine getirdi. 

Mesela 51. sayfada, uli, martin'den bahsederken, "sanırım kendine justus'u örnek aldı. tıpkı justus gibi o da adil olmayı seviyor. belki de ileride onun gibi bir adam olur." dediği yerde kendimi sorgulamaya başladım. "evet besteciğim, sen kimi örnek aldın kendine ve kim gibi bir kadın oldun?"

96. sayfada ise, çocukların hepsinin yatakhanede uykuya daldığı bir gece, johnny camdan bakıp kentleri, içlerinde yaşayan insanları, gezenleri ve bunlara dağıtılmış mutluluk ve mutsuzlukları düşünürken "yaşamak güzel olmasa, gülünç olurdu!" diye geçiriyor içinden.

Kitabın 120. sayfasında sebastian'ın yaptığı sesli öz muhasebe de bu kitabı çocuk kitabı diye rafa kaldırmanın haksızlık olacağını gösterir bir başka sahneydi. 

Son olarak 157. sayfada, herkesin bir şekilde ailesiyle görüşebildiği noel tatilinde görüşecek bir ailesi -tam olarak- bulunmayan johnny'nin martin'e "endişelenme. çok mutlu olduğumu söylersem, yalan söylemiş olurum. ama mutsuz da değilim." dediği bölüm. 

Kitapta beni etkileyen başka pek çok yer vardı. Hepsini yazamayacağım için kısaca önermekle yetiniyorum. Belki hayatın karmaşıklaştığını düşündüğümüz bu yetişkinlik yıllarında, hayata 12 yaşında gibi bakmak birçok sorunumuzu kolayca çözmemize yardımcı olabilir.

23 Eylül 2015 Çarşamba

Twenty Again

Bugünlerde harika bir dizi izliyorum. Twenty Again. 8. bölümü bitirdim yani yarıladım diziyi ve hakkında yazmak için buraya geldim. Genelde bitirmeden yazıyorum dizilerin yazısını sonuçta bitirinceye kadar kim öle kim kala. Güncel izliyorum dolayısıyla bir ay kadar var daha bitmesine. E bir aya kadar mani olmazsa okula çoktan başlamış olacağım. Buraya yazmak okul açılınca mümkün olacak mı, bilmiyorum bile. Neyse işte. Ama şundan eminim bu dizi beni hayal kırıklığına uğratmayacak yani birazdan bahsedeceğim güzel duygularım kalan sekiz bölüm sonunda da sürecek.


38 yaşında, 19 yaşında beklenmedik bir şekilde hamile kaldığı için evlenen ve kocasının peşinden Almanya'ya sürüklenen bir kadının geçen yıllar sonunda artık değişmesine karar verdiği hayatının hikayesi diyebilirim dizi için. Ama tabii ki bu değişim fikri durduk yerde peyda olmamıştır. Adi bir mahluk olan kocası ondan boşanmak istemektedir. Bu kadar yıl birlikte olduğu, kendisine hayatını adamış olan karısını artık kendine layık bulmamaktadır. Ama gidecek bir yeri, yapacak bir şeyi olmayan daha doğrusu kocası, oğlu ve evinden başka bir yaşamı hayal edemeyen karısı yani Ha No Ra boşanmaktan ölesiye korkmaktadır. Boşanmaya çözüm olarak kocasının seviyesine yetişmek amacıyla deli gibi çalışıp eninde sonunda bir üniversiteye yerleşir. Lakin bu üniversite hem kocasının profesör olarak çalışmaya başlayacağı hem de oğlunun okuyacağı üniversitedir. Kimse onun üniversiteye gitmesine razı değildir o da gitmeme fikrine kendini alıştırmaya başlar. Tam da böyle günlerden birinde check-up yaptırmak için hastaneye gider. Hastanede isim karışıklığından başka birinin tahlil sonucu kendisine söylenir ve sonuç da pankreas kanseridir, altı ay ömrü kalmıştır. Altı ay ömrünün kaldığını öğrenen aşağı yukarı her insanın yapacağı gibi o da kalan zamanlarını istediklerini yaparak geçirmeye çalışacaktır. Bu süreçte ona yardım edecek kişiler elbette vardır, lise arkadaşları gibi...


Diziyi o kadar sevdim ki... Bunun için yeterince sebep olduğuna inanıyorum. Bir kere oyuncular çok iyi seçilmişti. Senaryo çok iyiydi. Daha ne olsundu. 
Zaten senaryo 49 Days gibi bir senaryo harikasının senaristinden çıkmaymış. Gerçek bir profesyonelden çıkma olduğu çok belli, senaryoda saçma dediğim bir şey yok, boşluk yok ve izlerken gerçekten bir dakika bile sıkılmıyorum. 
Sadece garipsediğim bir şey var. 38 yaşında birinin üniversiteye gitmesi Türkiye'de de bu kadar tuhaf karşılanıyor mu yahu? Hiç sanmıyorum. Bir kere 38 hiç de geç bir yaş değil ve geç bir yaş olsa bile insanın öğrenme aşkı 100 yaşında da sürebilir. Ama dizide sanki çok garip bir şeymiş gibi herkes kadının üniversiteye gitmesine şaşkınlıkla bakıyor, öğrencisinden hocasına. Sanırım bir tek bu detaydan rahatsız oldum. O da belki bir Kore gerçeğidir, sosyal mesaj vermesi açısından senaryoda gereklidir diye düşünüyorum.

Anlatılacak çok şey var aslında ama karşılıklı muhabbet etmek isterim bu dizi hakkında daha çok. Kısaca söylemeliyim ki, izlenmesi gereken bir dizi bu. Lamı cimi yok.

(Roy Kim'in OST söylediğini belirtmeyi unuttum. Do Not Love Me OST'nin adı. Diziyle ilgili her şey gibi o da çok güzel *-*)

5 Eylül 2015 Cumartesi

Reply 1988 Hakkında Kaygı Dolu Bir Yazı

Reply 1988'i çekileceğini ilk duyduğumda bendeki sevinci görmeliydiniz. Uça coşa kızlara haber verdim, kardeşime telefon açtım falan filan... Bu sevinç bir süre devam etti ta ki 'başrolü Girl's Day Hyeri oynayacak' haberleri çıkana kadar. Başladı bende bir sinir hali. Ama yapımcılar yalanlıyorlar, "henüz seçme aşamasındayız" diyorlar. Ben de kendi kendimi teskin etmeye çalışıyorum, "beste bak kesin değil daha, üzülme, onu mu seçecekler" diye avutuyorum kendimi. Ve bir haberle yıkıldı tüm umutlarım: "Hyeri, Reply 1988 başrolü olarak seçildi". 
Bu meseleye niye bu kadar takık olduğuma gelelim. Reply 1994 benim en sevdiğim dizidir. Reply 1997 de top5 listemde yer alır. Dolayısıyla Reply 1988 hakkında çok umutlu olduğum, heyecanla aylardır beklediğim bir dizi. Hyeri'yi bu diziye uygun bulmuyorum çünkü gerçekten estetikli gibi duruyor yani estetikli mi bilmiyorum, anlamam bu işlerden ama gerçekten öyle duruyor. 1988'de ne estetiği Allah aşkına. 



Baksanıza tipine. Çirkin, güzel demiyorum. Ama 80'lere uygun değil görünümü. Gerçi makyajın da etkisi vardır ama ne bileyim 80 aurası yok kızda. 
Hyde, Jekyll and Me'de de oynamış. Ama orada beğenen görmedim oyunculuğunu. Umarım iyi oynar, umarım utandırır beni. Ekime kadar önyargılarımdan arınmaya çalışacağım.


Beklentimi bir nebze yükseltense Park Bo Gum. O da kadroda ve geçenki Remember You yazısında da bahsettiğim gibi, kendisi bugünlerde parlayan bir oyuncu. Umarım '88 başarısını en tepelere taşır.

'94 kadrosundan kalma Sung Dong Il ve Lee Il Hwa dışında bir de Samcheonpo var yani Kim Sung Kyun. Pozitif bir katkısının olacağını umuyorum.


Bir olumsuz düşüncem de serinin üçüncü durağında artık suyun çıkacağı. Senaristlere kalmış artık, diğer iki harikayı yazan insanlar umarım bunda fail vermezler.

Tüm olumsuz düşüncelerime rağmen yine de heyecanla bekleyeceğim Reply 1988'i. Umarım izlediğim gün kuruntularımla dalga geçerim.
                             
Bu kötümser yazıdan dolayı affınıza sığınır, yine de zevkle okumanızı temenni ederim             

31 Ağustos 2015 Pazartesi

Takip Ettiğim Güncel Diziler vol.3-Remember You

Bu yaz izlediğim güncel diziler içinde en iyisi Remember You idi. Beklentiler ile ilgili teorim geçerli hep. Bir şey beklemezsen olumlu yönde, beklersen olumsuz yönde şaşırıyorsun bu dünyada. Bu diziye de, tüm samimiliğimle söylüyorum, sadece Seo In Guk için başladım. Gerçekten hiçbir şey beklemedim ama sonuç olarak ilk bölümden son bölüme kadar zevkle izledim.


Dizide bir tek Seo In Guk'a partner olarak vere vere Jang Na Ra'yı vermelerinden rahatsız oldum. Aralarında 6 yaş var ve bu yeterince sinir bozucu bence. Hani bir tek Jang Na Ra değil çünkü. In Gukcuğuma hep nunaları layık görüyorlar, çirkin nunaları. Ama bu sorun sadece ilk başlarda bir sorundu, sonraları rahatsız olmamaya başladım. 


İzlerken düşündüm, Seo In Guk bence gayet iyi bir oyuncu. Oynadığı dizilerin çoğunu izledim, hiçbirinde oyunculuğundan yakınmadım. Geçen yaz mesela, şebelek cinsten liseliyi oynamıştı, o halini bile sevmiştim. Zaten '97, tarihindeki en güzel dizidir In Guk'un. Tarihi dizi de çekti. Bu rol de üstün zeka-flower boy rolüydü. Onu da gayet iyi oynadı.



Polisiyenin kalitelisindendi dizi. Aptal saptal boş boş koşuşturmaca yoktu, daha ziyade psikolojik gerilime yakındı. Bu özelliğini tüm bölümlerde muhafaza etti. 
Jang Na Ra, özel bir polis ekibinde çalışıyor, Seo In Guk da bahsettiğim üstün zeka+öldürücü yakışıklılık rolünü üstleniyor. Dizi genel olarak cinayetler ve başrollerin sır dolu yaşamlarını konu alıyor. 

Şu arkadaşlara değinmeden edemeyeceğim, Jang Na Ra'nın ekibi:

Polis mi abi bunlar ya?! Resmen marka modeli, bu kadar olur. Hepsi(?) ayrı ayrı harikaydı gerçekten.

İlk bölümlerde -ve sonra birkaç sahnede daha- Kyungsoo'nun konukluğu diziyi taçlandırdı.

 

Yönetmen beye de teşekkür etmeden geçemeyeceğim, çok güzel sahneler vardı, like this:


Sonracığıma yazar da çok başarılıydı, birkaç eksik nokta bulsak da izlerken genel anlamda tatmin etti. Zaten kendisi Protect the Boss'ın da yazarı imiş. 

Bu dizi bir genç yeteneği de ünlü yaptı: Park Bo Gum. Dizide birçok kişinin favorisiydi kendisi. Hak ediyor doğrusu. Ekimde Reply '88'de izleyeceğiz inşallah Bo Gum-shi'yi.


İzlemeyenlere bu diziyi önermemin bir sebebi de OST'leri. Lim Kim ve Dear Cloud'ın söylediği şahane OST'ler için bile izlenir Remember You, demedi demeyin!

     Sevgiler        

22 Ağustos 2015 Cumartesi

When Marnie Was There

When Marnie Was There, geçen yıl yayınlanmış bir Studio Ghibli yapımı. Bense henüz izleyebildim ve çok beğendiğim için buraya koştum, sizler de izleyin diye.


Kısaca konusundan bahsedeyim. Anna, annesi ve babası o çok küçükken hayatını yitirmiş bu yüzden bir aile tarafından evlat edinilmiş, 12 yaşında, astım hastası bir kızdır. Kendisini onu evlat edinen aileye çok yakın hissetmemesinden dolayı sorunlar yaşamaktadır. Annesi, astımına iyi geleceğini düşünerek onu kırsalda yaşayan akrabalarının yanına, tatile yollar ve takdir edersiniz ki macera da burada başlar. 
Kasabadaki bataklığın karşı kıyısında bulunan perili köşk vari ev, geldiği günden beri Anna'yı cezbetmektedir. Bir gün karşıya geçer ve orada Marnie isimli, daha önce rüyalarında gördüğü kızla tanışır. 



Kapanış şarkısını Priscilla Ahn söylüyor, gerçekten çok güzel bir şarkı:
                                    

Çok etkilendiğim bir film oldu kısaca. Bunaldıysanız, kafa dinlemek istiyorsanız sadeliği, akıcılığı, dinlendiriciliği ile sizi tatmin edecek bir film olacaktır. Geciktirmeden izleyin.

6 Ağustos 2015 Perşembe

Blogger Life Mim'i

Yine bir mim ve yine Paul'dan. O da olmasa, ne yapacağım bilmiyorum mimsiz hayatımda :D
Üstelik son sorunun cevabında yer vermiş bana, yani bu öylesine bir mim pası değil, anlamlı, özel bir mimleme *-*
Konu da çok zevkli, blogcu hayatıyla ilgili sorular falan.
Gerçi ben yarım yamalak blogcuyum, bu mimi cevaplama hakkım var mı, emin değilim.

Neyse, başlayayım artık.

1-  Blogger denilince aklınıza gelen 3 şey nedir ?
Kafa insan. Çok fazla blogger tanıdığım yok ama okuduğum blogların hepsini kafa insanlar oluşturuyor.
Kitap okuyan insan. Farklı türlerden de olsa gördüğüm çoğu blogger gerçekten iyi birer okuyucu.
Koreyle ilgilenen insan. Bu biraz benim ilgi alanım doğrultusunda oluşan bir sonuç. Tanıdığım her blogger Kore'nin filminden, dizisinden, müziğinden, kültüründen... yani bir ucundan tutmuş kişiler.

2- Kişisel blogları mı, yoksa gezi, güzellik, moda bloglarını mı tercih ediyorsunuz ?
Kişisel bloglar. Diğer üç tarzda da takip ettiğim blog yok. 

3- Blogger olmanızda etkili olan en önemli şey nedir ?
Blog okumayı sevmem. Yazmanın da okumak kadar eğlenceli olduğunu düşünmem. Sanırım bu. İki yıl önce bu zamanlar blogu açmamda beni tetikleyen buydu.

4- Örnek aldığınız bloggerlar var mı ?
Yok ya. Olsa bu kadar tipsiz olmazdı bu blog :D

5- Şu anki mesleğin nedir veya hangi mesleği seçeceksin ?
Şu an öğrenciyim ve şimdilik avukat olmayı düşünüyorum ama iki ay öncesine kadar DİB'de çalışmayı düşünüyordum yani bugün söylediklerim yarın yapacaklarımı bağlamaz.

6- En sevdiğin blogger arkadaşlarını yazmanı istiyorum desem ?
Blogger arkadaşım başta da söylediğim gibi pek yok. Onun yerine takip ettiğim blogları yazsam?
-Birincilik kesinlikle Nabrut'a gider. Yazdığı her şeyi okuyorum neredeyse, dizi yorumları favorim.
-Paul'u burada anmasam olmaz. Entelektüel bakış açıları, yazılarını daha da okunulası kılıyor.
-Gebbu da bu kategoride. Denk geldiğim yazılarını okur, beğenirim.
 -Eskaymak da uzun süredir takip ettiğim bloglardan. Severek izliyoruz :D
-Lapland blogu, ne izleyip izlemem konusunda olgun tavsiyelerine güvendiğim bir blog ve benim için bir izleme rehberi.

Bu arkadaşlar -Paul hariç dolayısıyla :D- mimlendi aynı zamanda. Artık gören, duyan olur ve cevaplar umarım soruları ^^

Hadi bana eyvallah


4 Ağustos 2015 Salı

Saçmamaçsız Mim

Değerli yazar Paul bana mim yollamış, gayet komikli, eğlenceli bir mim.
Ben de teşekkürlerle cevaplıyorum.

1 ) Odanızda veya evinizde orada olduğunu unuttuğunuz bir nesne bulun. Bu nesne ile bir anınız var mı?

İngilizce sözlüğüm sanırım. Gerçi biraz düşününce yerini hatırladım ama uzuuun zamandır elime dahi almıyorum kendilerini. Önceleri roman okumaktan daha çok severdim sözlük okumayı. Şimdi... İnternet gibi bir kolaylık olunca sözlük, ihtiyaç sınıfına bile girmiyor. Bu vesileyle sözlüğümün varlığını hatırlamış oldum, gidip karıştırayım biraz :'')

2 ) Aklınıza gelen soğuk bir espriyi yazın . Eğer aklınıza gelmiyorsa 2-3 kelime saçmalayın

Saçmalanmaz taranır asdfghjkkjh bu da çok iğrenç oldu ya

3 ) Yine aklınıza gelen biri ya da nesnenin adı ile akrostiş yazın ama yazdığınız akrostiş az ya da çok o şey veya kişi ile ilgili olsun .

Biraz hüzün, biraz heyecan
Lak lak da dahil bunlara
Ortak duygular paylaşmaktı asıl isteğim
Galiba gelirken buraya

4 ) Seni kim mimlediyse şimdi onun blogunu -sitesini- açıyorsun ve onun bu soruya verdiği cevaptan ilginç bir kelime seçiyorsun . Ve döngünün devam etmesi için yine ilginç uzun ve saçma bir cümle kuruyorsun . Lütfen ben bir kuş gördüm .Yada bizim evde oyuncak ayı var gibi cümleler olmasın olabildiğince uzun ve saçma cümleler olsun . Hadi saçmalama potansiyeliniz görelim :D

O gün, o, güneşin bulutların arasından sızmak için çırpındığı sonbahar günü, şopar kılıklı genç uzanıp tembellik ettiği çimlerin üzerinde gördüğü karahindibayı üflendiğinde havaya, kim bilebilirdi ki bu karahindibanın uçucu kısımlarının kulağıma kaçıp beni sağır edeceğini ve dolayısıyla tüm bu saçmalıkları dinlemekten alıkoyacağını?



Saçmalama konusunda hiç iyi değilim, değil mi? Yine de eğlendim ben, tekrar teşekkürler Paul ^^

Mimlemeye gelince.. Hakkımı Eskaymak'tan yana kullanıyorum :'') Umarım eğlenerek cevaplarsın ^^