27 Temmuz 2013 Cumartesi

"En son yere, Yaradan'ın gözünde kimsenin yabancı olmadığı ülkeye doğru."



            İlk ciddi blog yazımı yazıyorum şu an, bende bir heyecan bir heyecan. Yazıyı güzel bir şeye ayırayım, kitap konuşayım dedim.



         Kitap... Evet, ben de kitap okurum. Öyle kurt gibi değil de kaplumbağadan hallice benimki. Ama sever, sayarım yazanları da okuyanları da. 



            Ve dün Amin Maalouf'un "Afrikalı Leo"suna başladım. Bu, kıymetli yazarımızın tarafımdan okunan üçüncü kitabıdır. İlki "Yüzüncü Ad"dı. Kitap, genel itibariyle sevdiğim şeyler üstünden gidiyordu. Kıyametle ilgili kayıp bir kitap ve onun peşinden -çeşitli sebeplerle- dünyayı dolaşan, Aslen Cenevizli, Hristiyan bir Osmanlı vatandaşı.
Osmanlı'ya sorgusuz sualsiz, büyük bir aşk beslediğim söylenemez, çoğu şeye söylenemeyeceği gibi. Politikalarını -kendi çapımda- olumlu ya da olumsuz eleştiririm. Maalouf da genel itibariyle böyledir. Gerçi onunki bilgiden gelir, kendisi son derece bilgili bir zattır. Özellikle Asya ve Akdeniz civarlarını, günümüz yaşayanlar içinde en iyi bilenlerdendir şüphesiz. Neyse, kitap güzeldi ama Maalouf orada yeni bir tarz denemiş ve çeviri de evlerden ırak vaziyette olunca edebi anlamda tatmin edememişti. Sanırım ben kitapta her şeyden önce çeviriyi önemsiyorum. Yüzüncü Ad'ı çeviren muhterem, İsmet Paşa döneminin TDKcılarındandı zannımca. Zira o kadar yaban kelimeleri ancak öyle biri kullanır. Hani bu tür, edebiyata 'yazın' diyen tür. Kötü anlayacağınız.





       İkinci okuduğum kitabıysa "Semerkant"tı. Bir kitap insanı ancak bu kadar tatmin eder diyorum. İlk önce şunu söyleyeyim, çeviri çok başarılıydı. Ali Berktay çevirmiş, kendisi zaten Fransa'da tiyatrolarda filan çalışmış biridir ve asıl işini çevirmenlik sayabiliriz. Belki Avrupalı onlarca oryantalistin kitaplarını çevirmiştir. Yani Semerkant gibi önemli bir kitap için biçilmiş kaftan. Hayyamla başlayan kitap Titanicle bitmişti, bende bir şok tabii. Neyse spoiler olmasın. Yoğun tavsiyemdir kısaca.

     "Ve şimdi gezdir gözlerini Semerkant'ın üzerinde! Değil mi ki o yeryüzünün ecesi? Alıp tüm diğer kentlerin yazgı iplerini ellerine çıkmamış mı hepsinin üstüne o mağrur?" -Edgar Allen Poe- 





  Ve şimdi Afrikalı Leo... Ve yine bir çeviri hüsranlığı... Daha yeni başladım ve kitap bence çok güzel zira Granada'da başladı, yani Endülüs'te. Sizi bilmem ama Endülüs her şeyiyle bir yaradır benim için. Garip bir özlem duyuyorum oraya karşı. Ama çeviri -üzülerek söylüyorum- berbat. Çeviren bu sefer bir teyze, matematik alanında uzman bir teyze. Daha önce çevirdiklerine baktım, kaliteli kitaplar ama düşünce yapısında sıkıntı var sanırım. Bu durum kelimeleri son derece önemseyen ben gibi biri için dayanılmaz olabiliyor. Kitaptan bir cümle: "Kötü yazgımız için önbiliciliğe gerçekten gereksinme duyuyor musun?". Açıklayıcıdır sanırım. Durum böyle. Çevirmenimiz, kadere yazgı, kehanete önbilicilik, ihtiyaca da gereksinme diyecek kadar modern(!) biri. İnşallah kitabın devamı bu kadar kötü değildir. 



  
         Maalouf kitaplarıyla ilgili kötü olabilecek tek şey, çeviridir. Onun haricinde okuduğum okumadığım her kitabını size gönül rahatlığıyla tavsiye ederim. Bu arada yazıyı yazarken ne dinlediğimi merak ederseniz, ki ben olsam ederdim :D, Coldplay dinledim. Siz de dinleyin ve afiyette kalın efenim ^_^        






4 yorum:

  1. teşekkür ederiiim :) inşallah öyle olur :)

    YanıtlaSil
  2. Öncelikle bloğun hayırlı olsun :) ve ikinci si yüzüncü ad kitabı 2 yıl önce okumuştum ve çok çok sevmiştim, anlatımı,hikayesi ne bileyim çok sarmıştı :) ama senin yorumun da bir o kadar şaşaırt tı,ve ilginç olan ben de çeviriye çok takan biriyim ama bu kitapta çok rahatsız olmamıştım çeviriden, belki de çok çok bi beklenti içinde olmadan okuduğum için :) der ve kaçarım kal sağlıcakla :))

    YanıtlaSil
  3. teşekkür ederim abla :) kitabı ben de beğenmedim değil, konusu benim için de çok çekiciydi ama ben büyük beklentiyle okumuştum, ondan da kaynaklanmış olabilir :))

    YanıtlaSil